Nobuyoshi Tamura; Aikido’nun Kartalı – 1. Bölüm

Leo Tamaki

NOBUYOSHİ TAMURA
Nobuyoshi Tamura, aikidonun kurucusu Morihei Ueshiba’nın en yakın öğrencilerinden biriydi. Dostane gülüşü ve narin yapısı, tıpkı delip geçen bakışları ve teknik uygularken gösterdiği ustalığı gibi, tüm aikido çalışanlar tarafından bilinirdi. Tamura Sensei’nin aikidosu hızlı, zarif ve olabildiğince gerçekçiydi. 50 yılı aşan aikido deneyiminden sonra Sensei’nin sanatı o kadar mükemmelleşmişti ki, tekniklerindeki yüzeysel olan her şey gitmiş ve geriye sadece, deneyimi az kişilere neredeyse görünmez, sihirli gibi gelen ve zarif bir şekilde ortaya çıkan, sanatın özü kalmıştır. The Samurai Magazine (bu röportajın ilk yayınlandığı yer) dergisi Sensei’nin verdiği en uzun röportajı vermektedir. Bu röportajda Sensei uzun aikido hayatındaki anıları hatırlayacak ve yansıtacak. İşte delip geçen bakışları ve muhteşem bir mizah anlayışı ile efsanevi üstat!

Merhaba Sensei. Budo ve Bujutsu arasındaki fark nedir?
İlk başta teknikler, kazanılan karşılaşmaların analizlerinden ortaya çıktı. Bu ilk kumi taçilerin (kılıçlar yapılan eşli çalışma) ortaya çıkmasına neden oldu. Belli hareketlerin, kişinin belli ataklara karşı koyabilmesini sağladığı keşfedildi. Zamanla teknikler, çalışırken izlenilebilecek bir metot haline getirilerek birleştirildi. Buna rağmen bu farklı kişiler için farklı anlamlara sahip. Bazıları için yıkıcı bir güç iken bazıları için barışçıldır. Jutsu tekniği, do yolunu ifade eder. Jutsu çalışmak, bir amaca ulaşmak için teknik öğrenmektir ve tekniğin kullanımı kendi içinde bir sondur. Do’yu çalışmak ise hepimizin içindeki kişiye giden yolu takip etmektir, hepimizin kullanabileceği bir öğreti ve herkese ulaşılabilir olma düşüncesiyle oluşturulmuş bir yoldur. Bu düşünce aynı zamanda Şintoizm ve Budizm’in de temelidir. Maalesef günümüzde bu asıl düşünceden çok uzağız.

Bazı hocalar öğretimlerinde Zen’e bazıları ise Şinto’ya başvuruyor. Sizin bu konudaki görüşünüz nedir?
Bunların hepsi doğrudur. Japon kültürü dojolarda işlenmiştir ve kimse onu sınırlandıramaz veya bölemez. Her şey ahenkli bir bütün içindeki kendi yerini bulur. Biri öldüğünde bir keşiş gelir ve cenaze düzenlenir, evlilik Şinto geleneklerine göre gerçekleştirilir. Ama maalesef günümüzde giderek artan sayıda çift kiliselerde evleniyor. Zen, Batılılar tarafından kolay anlaşılmayan ama Japonya’da çok doğal olan bir şeydir. Japonya’da doğmak, hem Zen hem de Şintoizm’i içeren ve hiçbir şeyin ayrıcalıklı olmadığı bir bütünün içinde doğmaktır. Eğer birisi budonun ruhani çerçevesini bilmezse sadece dövüş teknikleri öğrenmiş olacaktır. İşte bu yüzden Japon kültürünün ardındaki ruhu öğrenmenin, aikidonun daha kolay anlaşılmasını sağladığını düşünüyorum.

Yani size göre aikidoyu anlamak için Japon kültürünü bilmek mi gerekli?
Gerekli değil ama kişinin daha hızlı ilerlemesini sağlayacaktır. Bu reddedilemez bir gerçek. Basit bir örnek olarak lisanı ele alalım. Japon biri için, yeni başlamış bile olsa, shiho-nage (dört yön fırlatışı) gayet açıktır. Tekniğin ismi onun fiziksel uygulanışı yansıtmaktadır. İsmi duyduğu zaman biri bunun dört yöne yapılan bir fırlatış olduğunu anlayabilir, kolaylıkla bunun tüm yönleri ifade ettiği sonucunu çıkartabilir ve tekniğin özünü daha derinden anlayabilir. İrimi* kelimesi İngilizce’ye çevrildiği zaman ‘girmek’ anlamı verir ama bu çok belirsiz bir ifade olacaktır ve tekniği anlamak için bu tek kelimeye güvenmek çok zor olacaktır. Aynısı hitoemi* ve sankakuho* için de geçerlidir. Bir Japon içgüdüsel olarak bu ifadelerin anlamlarını anlayacaktır çünkü birçok geniş ve ince anlamı olan kanjilere aşinadır. Birinin İngiliz dilini öğrenmeyi istemesi, Shakespeare’nin Fransızca çevirilerine muhtaç olmak yerine İngilizce öğrenmesi iyi olmaz mıydı? (Kahkaha atar).

Deshimaru Sensei ile hiç vakit geçirdiniz mi?
Evet, onu Nakazono Sensei aracılığıyla tanıdım. Deshimaru Sensei, Osava Sensei’nin arkadaşıydı ve şahsına münhasır biriydi. O Fransa’ya geldiği zaman Zen meraklıları için bir toplantı ayarlanmıştı ve “Zazen* nedir?” diye sorulduğu zaman masanın üstüne oturup zazen yapmış ve ardından çıkıp gitmişti (Kahkaha atar).

Fransa’dan Japonya’ya, ABD’den Kuzey Afrika’ya birçok değişik yerde eğitim veriyorsunuz. Peki, eğitim verdiğiniz yere göre eğitim tarzınızı değiştiriyor musunuz?
Her ülke kendine has kültüre sahip ama bütün öğrenciler nereye gidilirse gidilsin aynı ve tek olan aikidoyu çalışıyor. Bana gelince, ben herkes için olabildiğince anlaşılır bir biçimde sunmaya çalışıyorum. Çok büyük farklar bulunmuyor. Basit bir şekilde soruları cevaplamaya ve düzeletilmesi gereken şeyleri görmeye çalışıyorum. Ülkeye göre ikincisi değişebiliyor, ama aikidonun özü hep aynı kalır. Tabi ki de bazen belli kültürel detayları açıklığa kavuşturmak gerekiyor. Örneğin Müslüman ülkelerde bazı öğrenciler seizada selam verme konusunda isteksiz olabiliyor. Ben de onlara selam vermenin Japonya’da bir karşılama şekli, minnet ve saygı ifadesinden başka bir şey olmadığını açıklıyorum. Geçenlerde bir üst seviye çalışmasında (4. dan* ve üstü için) ben oturur şekilde açıklama yaparken birisi ayağa kalktı. Japonya’da bu meydan okuma olarak algılanırdı. Batıda bir hanım veya önemli birisi geldiği zaman ayağa kalkılır. Önemli kişiler oturuyor olanlardır. Japonya’da ise tam tersi geçerlidir. Ve önemli kişiler ayaktadır. Bunlar küçük şeyler ama anlamları zıttır ve karşınızdaki kişinin, niyeti öyle olmasa dahi, size karşı saldırgan davrandığı izlenimini oluşturabilir. Eğer bu niyetler iyi anlaşılmaz ise yanlış anlaşılmaya ve kazalara neden olabilir. Bu tür yanlış anlaşılmalar, bir şeyler açıklandıkça ortadan kaybolur. İşte bu yüzden başkalarının kültürünü öğrenmenin faydalı olduğunu düşünüyorum.

Günümüzde Japonya’daki gençliğin geleneksel öğretilerden uzaklaştığı görülmektedir. Siz ne düşünüyorsunuz?
Benim zamanımda savaş sanatları çalışmaları okullarda zorunluydu ve jimnastik çalışmaları fiilen var olmadığı için bizim beden çalışmalarımız, savaş sanatlarından oluşuyordu. Jimnastik direğinin etrafında bir tur atabilen yetenekli bir beden hocası herkesi etkilerdi (Kahkaha atar.). Kızlar naginata, erkekler de judo ve kendo çalışırdı ve bu bizim için normaldi. Günümüzde genç insanlar savaş öncesi Japonya’yı ve onun ruhunu bilmiyorlar. General Nogi gibi kişileri ve onların temsil ettiği değerleri bilmiyorlar. İnsanı geliştirmek ve bu geleneksel değerleri korumak için oluşturulmuş öğretiler onların gözünde demode. Dahası, bu öğretilerin kalbi olan reigişaho (etik) giderek önemini kaybetmekte ve günümüzde bu disiplinlerin çalışılması, insanlara boksun onlara getirdiğinden daha fazla bir şey getirmemektedir. Kendo ve judo sanatları sadece yarışmadan ibaret şeyler haline gelmiş ve bir spora dönüşmüştür. Aslında dövüş sporları, savaş sanatlarından daha popüler hale gelmiştir günümüz Japonya’sında. Ne yazık ki bu doğrudur. Kuralsızmış gibi düşünülen bu tarz sporlarda birisinin bu veya şu şekillerde vurmasına izin verilir (gösterir) ve bunda hiç bir tehlike yoktur. Ölüm veya yaşam kavramları bu disiplinlerden tamamen silinmiştir. Eskiden bir samuray bokken* (ahşap kılıç) ile dövüşürken bile ölüm tehlikesi altındaydı. Onların şugyosu (idman) onlara ölüm ve yaşamın kıyısında yaşama güdüsünü kazandırdı ki bu zaten asıl önemli olan şeydir. Bugün atletler madalya kazanmak için her şeyi yapmaya hatta hileye ve dopinge bile razılar. Bugün gençler budo çalışmıyor ve onun ne olduğunu bile bilmiyorlar. Budoyu oluşturanlar bizi terk edeli çok oldu ve bazen “bu öğretileri yaşatabilecek miyiz?” diye merak ediyorum. Şanslıyız ki burada Fransa’da ve Japonya’da Kuroda Sensei gibi, bu mirası ayakta tutan kişiler var ve şüphesiz ki onların sayesinde bu öğretiler hala yaşıyor. Japonya Meiji Dönemi’nden sonra Bakumatsu Dönemi’ne girince budo neredeyse birkaç on yıl boyunca tarihe karıştı. O dönemde video yoktu ve çok az yazılı metin vardı. Olan metinler de ek bir açıklama olmadıkça oldukça anlaşılmazdı.

Sizce Fransız aikidosunun güçlü ve zayıf yönleri nelerdir?
Bu zor bir soru. Fransa zengin bir kültüre sahip bir ülke. Fransızlar aikidoyu seviyor ve sanatçı ruhuna sahipler. Ama nedenleri kafalarıyla anlamak istiyorlar. Benim ifade edemediğim şeyleri açıklamayı biliyorlar. Ama bunu pratiğe dökmek farklı bir iş tabi (Kahkaha atar).


Aikidoda silah çalışması önemli midir?
Aikidoyu oluşturan O’Sensei’dir ve O’Sensei her teknik gösterişinde silah kullanırdı. Silahların gerekli olup olmadığına karar vermek bizim, yani öğrencilerinin işi değildir. Bir Fransız’ın bunu sormasında şaşılacak bir şey yok ama bu soruyu Japonya’da sorsaydın anında “gerzek” damgasını yerdin (Kahkaha atar).

Yani aikidoda silah çalışmaları o kadar mı önemli?
Aikido silah çalışmalarından doğmuştur. Silahlı ve silahsız çalışmalar bir bütünü oluşturur. Eğer biri boş elle yapılan çalışmalarda ustalaşırsa silahı da iyi kullanabilir ve aynı şekilde tam tersi de geçerlidir. Ama bugünlerde bu durum gerçekten azalmaktadır. Bazı insanlar ayakta iyi ama dizlerinin üstünde başarısız bir çalışma ortaya koymaktadır. Bazıları ise silahsız tekniklerde çok iyi iken eline kılıç aldığı zaman sınırlarını aşamamaktadır.

Suwari waza* çalışmaları aikido için gerekli midir?
Bence evet. Diz çökme durumunun getirdiği sınırlamalar, kişinin vücudunu daha iyi kullanmasını öğrenmesine fırsat verir. Karşılığında daha iyi taçi vaza* çalışması sağlar. Diz üstünde yapılan iyi bir çalışma her zaman, ayakta yapılan iyi bir çalışmaya kaynaklık etmiştir. Buna rağmen ayakta iyi çalışma ortaya koyan bir kişi, diz üstünde bir çalışma yapmadan, iyi bir yer çalışması ortaya koyamaz.

O’Sensei aikiken* ya da aikijo* ifadelerini kullandı mı?
Bu belli ifadelerde hiç bulunmadı. Sadece bir silah alır ve çalışırdı. Bazen shochikubai no ken (çam, bambu ve kuş üzümü ağacı kılıcı) ifadesini kullanırdı. Çam ağacı matsu, bambu take ve kuş üzümü ağacı ume Japonya’da refah ve mutluluğun simgeleridir. Çam dayanıklılığı ve uzun ömürlülüğü ifade eder çünkü yıl boyunca yeşil kalmaktadır. Yaprakları tıpkı in* (ying) ve yo* (yang) gibi ikiye ayrılır ama birliktedirler ve bu da musubiyi (uyum, birliktelik) ifade eder. Bambu gücü ve esnekliği ifade eder ve göğe doğru enerji dolu bir uzaması vardır. Kuş üzümü ağacına gelince, yılın en çetin ve soğuk zamanında açar ve insanların zorluklarla karşılaşıp üstesinden gelmesini temsil eder. O’Sensei bize detaylı teknik açıklama vermezdi ama bu kavramları kılıçla yaptığı çalışmalarında bize sunardı. O zamanlar çok az şey anlıyorduk ve sadece bir şekilde, eliyle ne yaptığını, nasıl hareket ettiğini görmeye çalışıyor ve taklit etmeye çalışıyorduk. Hatta tekniği bize karşı uyguladığı zaman hiç bir şey anlamıyorduk çünkü onun enerjisi tarafından absorbe ediliyorduk. Bazen dersi izlerken muziplik yapasımız geliyordu. Ama tam aklımızdan bu fikir geçtiğinde O’Sensei dönerdi ve gözlerini bize dikerdi. Belki de bize baktığında bir suçluluk duygusuna kapılıyor olmamızdandır (Kahkaha atar). Ama yine de etrafında ne olup bittiğini bilmek ve her şeyi duymak konusunda çok iyiydi. O’Sensei bize, kendisine saldırmamızı söylerdi ve saldırdığımız anda kesilmiş veya vuruş yemiş olurduk. Çok dikkatli izlesek bile tekniği nasıl uyguladığını anlayamıyorduk. Çok denedik ama kendimizi hep kesilmiş bulduk. Anlayamamış birisi ile çalıştığınız zaman sizin de anlamamanız çok doğaldır. Bunun için çok üzgünüm (Kahkaha atar).

Shochikubai no ken neydi?
Shochikubai no ken belli bir form değildir. O’Sensei’nin hareketleri ruh haline göre değişiyordu. Şoçikubai belli bir form değil, bir semboldür. Batı düşünce tarzının her şeyi tanımlamak gibi bir eğilimi var. Bir şeyi tanımlamaya çalıştığın zaman onun birçok şeyden oluştuğunu görürsün. Bu birçok şey kendi içinde yine bölünür. Ta ki kişi en küçük parçaya ulaşıncaya kadar bu böyle devam eder. Ama sonra ana parçadan uzaklaştığını ve en önemli şeyi bilmediğini fark edersin: Bütünlük!

Aikidodaki kılıç tekniklerinin kökeni nedir?
O’Sensei ken tekniklerini zengin bir bilgi kaynağına ve kişisel araştırmaya dayanarak oluşturdu. Takeda Sokaku amansız bir savaşçıydı ve kılıç taşımanın yasadışı olmadığı dönemden beri yanında sürekli bir baston kılıç bulunduruyordu. Büyük bir Daito-Ryu* ustası ve ayrıca Ono Ha-İtto Ryu* ekolünün iyi bir kılıç ustası idi. Silahsız jujutsu teknikleri üzerine eğitim veriyordu ama ara sıra kılıç teknikleri de göstermiş olmalı. O dönemde o teknikler görseniz bile size öğretilmesini isteyemezdiniz. Sonra Kisşomaru Sensei Kaşima Şinto Ryu* çalıştı ve O’Sensei’nin kızı da, sonradan büyük bir kendo ustası olan tanınmış usta Nakakura Kiyoşi ile evliydi. O’Sensei’nin öğrencilerinden Moçizuki Minoru ve Sugino Yoşio da Katori Şinto Ryu* çalışmışlardı. O’Sensei’nin çevresinde, yaşamı boyunca öğrencileri olsun, arkadaşları olsun birçok kılıç ustası vardı. Onun sanatı, araştırmalarının ve yarattığı şeye yeni öğeler katmasına imkân sağlayan, çalıştığı şeyi geliştirip kendi oluşumuna katmasını bu karşılaşmaların meyvesidir. Kişi budo çalıştığı zaman 8 yönde görmeyi ve imkânı dâhilindeki ilginç şeyleri kontrol edebilmeyi bilmelidir. Kişi gözünü her zaman açık tutmalı, iyiyi elde tutup kötüyü reddederek ilginç olanı tecrübe etmelidir. Bu kişinin yaşaması gereken şekildir. Ueshiba tarafından bu şekilde öğretildik ve bir anlamda, kendi başımıza çalışmaya, araştırmaya ve anlamaya teşvik edildik.

İchi no Tachi* gibi kataları* oluşturan O’Sensei miydi?
Hayır, katalar Saito Sensei’nin oluşturduğu şeylerdir. O’Sensei bize shochikubai keni gösterirdi ama katalar çalıştırmazdı. Osaka’da yaşayan Hirokazu Kobayaşi Sensei ileri seviye bir kendocu olduğu için silah çalışmaları konusunda çok deneyimliydi. Varlıklı bir aileden geliyordu ve sıklıkla O’Sensei’ye yolculuklarında otomo (yoldaş, refakatçi) olarak eşlik ediyordu. Ben O’Sensei’ye Tokyo’ya kadar eşlik ederdim ve o bizi Osaka’da karşılardı ve bazen bizi seçkin restoranlara götürürdü ve ben çok mutlu olurdum (Kahkaha atar). Bir keresinde bana O’Sensei’nin hareketlerinde gördüğü şeyleri düzeltme konusunda Saito Sensei’ye sıklıkla yardım ettiğini söyledi. O dönemde O’Sensei uygulama ile öğretiyordu. Biz ona atak yapardık ve o bize vururdu. Daha önce yaptığımız şeyi tekrar ediyorsak anında bir darbe alırdık ve bize “Bu belli idi.” derdi. Acı vericiydi ama etkiliydi. Kobayashi Sensei’nin kılıç deneyimi çok büyüktü ve Saito Sensei dâhil birçok öğrenciye katkısı büyük olmuştur. Saito Sensei bütün silah tekniklerinin derlemek istiyordu. İwama’da bir evi bulunan Ueshiba Sensei’ye çok yardımcı olmuştur. Saito Sensei aynı zamanda bir makinistti ve bu onun için çok zor olmalıydı. Bizler çalışmıyorduk ve kendimizi tamamen idmana adamıştık ve durumumuz onunkinden kolaydı. Çoğu insan için zor zamanlardı bunlar.

O’Sensei İwama’da ya da Hombu Dojo’da* eşli kataları öğretmedi mi?
Hayır. İkkyo’yu (birinci ilke) bile öğretmedi. Bazen, havasında olduğu zaman birilerini düzeltir, hitoemi konusunda bir şeyler açıklar, bazı başka şeyler daha yapardı ama hiçbir zaman teorik bir şekilde adım adım eğitime dayalı bir yordam kullanmadı. Neden bir şeyler açıklamadığını hep merak ederdik (Kahkaha atar.).
Kendimize açıklama olmadan yapamamamızın normal olduğunu söylüyorduk. Ama o olayları daha geniş bir bakış açısından görüyordu. Biz ana sınıfında akademik bir münazarayı izleyen ve kendimize hiçbir şey anlamadığımızı söyleyen çocuklar gibiydik. Zamanla bazı şeyleri anlar olduk.

Silahlarla çalıştığınız zaman silahlar hiç çarpışmıyor. O’Sensei de böyle mi çalışıyordu?
Bunu videolarda görebilirsiniz. O’Sensei asla silahları çarpıştırmazdı. Eğer çarpışma varsa blok olduğu anlamına gelir ve bu da kişinin aslında kesildiğini gösterir.

O’Sensei ne tür bokken kullanırdı?
Saito Sensei İwama adını taşıyan kalın bokkenleri kullanıma soktu. O’Sensei genelde abanoz ağacından, ince, muhteşem bir Yagyu tipi bokken ile çalışırdı. Çoktan başka birine verdiğini öğreninceye kadar o bokkeni hep bana vermesini umuyordum. O çok cömertti ve elindekileri rahatlıkla başkalarına verirdi. O’Sensei muhtemelen gençken başka bokkenler de kullandı ama ben uçi deşi* iken genelde hafif bokkenler kullandı. Ele yakın ne varsa onu kullanırdı ama favori bokkeni Yagyu Shinkage* ya da Jiki Shinkage* tipi, ince ve uzun olan bokkendi. Ama tanren çalışırken (bokkenden daha ağır bir ahşap ile yapılan güç çalışması) daha ağır ve kalın olan bir bokken kullanırdı. Tada Sensei o bokkeni tek elle rahatlıkla kullanırdı. O’Sensei’nin arkasında bir sürü bokken olan meşhur bir fotoğrafı vardır. İşte ben uchi deshi olduğumda durum öyleydi ve biz oradaki on ya da daha fazla bokkeni kullanırdık.

Aikidodaki jo* ve jododaki jo arasında ortak noktalar var mı?
Hayır, aikidoda kullanılan jo’nun kökeni yari (mızrak) teknikleri olmalı. İki sanatın da benzer hareketler kullandığı doğru. O’Sensei aslında silahlı teknikleri elleri boş, silahsız teknikleri de ellerinde silah varmış gibi çalışırdı.

Bir kişi jo ile nasıl atak yapmalı?
Aikidodaki jo çalışmaları mızraktan gelir. Aikidonun oluşmasından önce, O’Sensei mızrak üzerine olan yeteneği sayesinde tanınmıştı ve Tokyo’ya davet edilmişti. Yaptığını hiç görmedim ama mızrağının ucu ile 60 kiloluk pirinç çuvallarını kaldırabildiği söyleniyordu. Gençliğinde uzun mızraklarla çalışmış ama ben onu genelde teyari (kısa mızrak) ile çalışırken gördüm. O’Sensei genelde joyu kaydırırdı ki bu jodonunkinden farklı bir yöntem. Jo ile vurduğum zaman, joyu diğer tarafımda tutacak şekilde değiştiririm.

Jo kullanılırken sade tek taraflı mı çalışmak gerekiyor, yoksa sağ ve sol arasında değişimler yapmalı mıyız?
İki tarafla da çalışmak mümkündür. Ama genelde jo kullanırken alınan gard, ken kullanırken alınan gardın tersidir. Bu sayede vücudumuzu dengeli ve ahenkli bir biçimde geliştirebiliriz.

Aikido, kendo ve iaidonun kılıçları farklı mıdır?
Teknik olarak farklı ama özünde aynıdır. Maalesef günümüzde kendoda artık kılıçlar kesmiyor. Müsabakalarda bir dokunuş yeterli kalmaktadır. Kendo, bir anlamda, rakibin hayati olmayan bölgelerine yapılan dokunuşların bile yeterli olduğu Batı eskriminin gelişimini takip etti. Bu kişinin gerçek bir karşılaşmada ölümcül bir yara almasına sebep olur. Bu disiplinler, kişinin karşıdakine ilk dokunan olmayı amaçladığı oyunlara dönüşmüştür. Kendo, öncelikli olarak geleneği korumaya çalışan bir öğretidir ama müsabakalar kendonun budo özünü kaybetmesine sebep olmuştur. Judo da zarafete dayanan özünü kaybetti. Günümüzde yarışmacılar sadece iki ve veya üç teknik biliyor ve durum o tür tekniklere uygun olmasa bile o teknikleri zorluyorlar. Bu sayede madalya kazanabiliyorlar. Bu disiplinler, yarışmacıların ne pahasına olursa olsun kazanma arzusu yüzünden kaybolmuştur.

O’Sensei jo ve bokken dışında silah kullanır mıydı?
Mızrağı bayağı uzun bir süre kullandı. Dojoda, sıklıkla kullandığı uzun bir mızrak da vardı. Silahsız tekniklerdeki ustalığından önce bu silahtaki ustalığı ile ünlüydü. Orduda süngü kullanmayı öğrenmişti ve O’Sensei’yi 30’lu yıllardan kalma bir videoda süngü kullanırken görebilirisiniz.

O’Sensei tanto dori* de çalıştırdı mı?
Çalıştırdığını ben hiç görmedim. O günlerde yakuza (Japonya’da suç çetesi üyesi) bıçakla dövüşürdü. Bir gün bir dövüşçü “Bıçağa karşı ne yapabiliriz?” diye sormuştu. Bu tür çalışmaları ortaya çıkaranlar senpai’lerdir (kıdemli öğrenci). Ayrıca gösteriler için çok uygundu.

Bu röportaj Leo Tamaki tarafından Japonca gerçekleştirilmiş ve yine Leo Tamaki (www.leotamaki.com) tarafından Fransızca’ya çevrilmiştir. Fransızca çeviri, Edinburgh Aikido Club tarafından İngilizce’ye ve İngilizce çeviri de Ümit Duran tarafından Türkçe’ye çevirilmiş ve çevirinin sonuna, çevirinin daha anlaşılır olması açısından bir terimce eklenmiştir. Bu röportajı yayımlamak veya kullanmak isteyenler öncelikli olarak Leo Tamaki’nin iznine başvurmalıdır.

;Nobuyoshi Tamura, Aikido’nun Kartalı -2. Bölüm